Yılın en çabuk geçen ayı ocak galiba. Belki finallerin bu aya rastlamasındandır, belki değildir bilemiyorum ama birkaç senedir ocak pır diye uçup gidiveriyor. Bak ayın 5'i olmuş bile. Acaba bu artık zamanın geçişi batmaya başladığından mı böyle geliyor... değildir canım. Yaşlı adammışım gibi konuştumö ben de. Bir gerçek dede görse, "daha yaşın kaç başın kaç? bırak da biz tasalanalım zaman geçişine", der herhalde. Şımarıklığın alemi yok galiba.
Bu arada şaka maka 1999'a geldik. Daha 10 sene önce, yani çocukkene (ehehehe), 2000 ne kadar uzak gelirdi. Belki amerikan filmi seyretmekten, uzay çağı falan gibi olaylara giricez gibi gelirdi. Hiç de öyle şeyler olmadı. Şimdi hangi yıl için düşünücez böyle şeyleri? 2010... çok yakın; 2500... hiç de mistik bi sayı değil; 3000... çok uzak. Öyleyse sanırım ya hayallerimizin sonuna geldik, ya da hayaller gerçek oldu (olacak).
Aşağıdaki iki küçük yazıyı yazdığımdan bu yana aylar geçmiş. Onları, hissettiğim anlarda yazmış, ancak bugüne kadar yayınlama fırsatım olmamıştı. Hatırları kalmasın, onlar da boy göstersinler.
Bugünlerde tekrar bir heves var içimde birşeyler yazmak, daha doğrusu birşeyler yaratmak için. Bu küçük şeyler çok önemli "yaratık"lar olmayabilir belki ama bu derslerle sıkışık zamanda yine de küçük bir kendimi tatmin vesilesi.
Aslında şu anda okulun yarattığı sıkışıklıktan çok başka şeyde aklım. İnsanların gün geçtikçe daha gururlu ve anlayışsız olduğunu gördüm son günlerde. Kendilerine tutulan ışığı yanlışından caymamak için inatla görmezlikten gelen insanlar gördüm ve üzüldüm. Bundan sonra yok öyle her gülene güven. Bir gün iyi, ertesi gün kötüsün... doğruyu savunsan bile.
Şimdi diyebilirsiniz ki sen daha mı iyi biliyorsun doğruyu, gururluluk yapan sen değil misin? Ben de diyorum ki, ey beni tanıyanlar, yorumlarınıza açığım. Bir kişi benim inatla yanlışımı savunduğumu görmüşse, unutkanlığımı bağışlasın, hatırlatsın bana o olayı.
Acaba insanlar hep değişiklik isterler mi yoksa herkesin sonsuza kadar içinde bulunmaktan memnun olacağı bir durum var mıdır?
Bugün hava öyle güzel ki sonsuza kadar böyle sürse hep mutlu olurum gibime geliyor. Ancak bu durumdan bıkacağım bir an olacak mı, ya da uzun süren soğuk havaların sona ermesiyle gelen yenilik heyecanından mı ibaret hissettiklerim?
İyi hissetmemizi sağlayan şeylere karşı duyarsızlaşmak bana pek sağlıklı gelmiyor. Bir insan, bebekken her "ce" hareketine nasıl sıkılmadan gülebildiği gibi, ilerki yıllarında da kendini mutlu eden olaylara karşı heyecanını hep taze tutmasını bilirse, yaşamanın ne zevkli bir eylem olduğunu fark edebilen az sayıda (x/6milyar her şekilde azdır) insan arasında yerini alacaktır.
Öyle anlar gelir ki hayat diye nitelendirdiğimiz olgu ,bizim için, nefes almak, hissetmek, öğrenmek, yemek, içmek, işemek, sevişmek, üremek gibi doğaya ait olandan uzaklaşır, biz insanların uydurup sonra da çok benimseyip ciddiye aldığı ülkeler, yöneticiler, binalar ve paradan oluşan şu garip sisteme yakınlaşır.
Algılama bu yöne kaymışken dönüp bu sisteme yabancı gözüyle bakınca bütün hepsi oldukça komik geliyor insana.
Tıpkı küçük yaşamlarını, küçük dünyalarını ölesiye ciddiye alarak geçiren karıncalar gibi.
Harıl harıl koşuşan karıncalara gülen, önlerine taşlar atarak onlarla dalga geçen insan, kendi komikliğinin farkına neden varmaz ki?
Gün olur da bu sistemin bizleri yenilmiş, zavallı, değersiz kişiler durumuna düşürdüğünü düşünürsek, belki bir adım atıp dışarıdan bakmaya çalışırsak kendimizi olmamız gerektiği gibi, sonsuz boşlukta dönüp duran mavi gezegenin mavi bileşenleri olarak görebiliriz.